Türkiye’de Fantastik – Realizm denilince akla gelen ilk isim Erol Deneç. Resimlerindeki katmanlı yapı, mistik, mitolojik, tarihsel, dönemsel ve bireysel sembolleri buluşturduğu renkler ile akıllarımızı baştan alan özel bir ressam.
Avusturya’da aldığı eğitimin ardından dönemin usta isimleri ile çalışma imkanı bulan Deneç’in resminin temelinde ise ‘rüya’ları yatıyor. Bir iş bulmak rüyasından dünyanın önde gelen ressamları arasına adını yazdırmasına kadar uzanan serüveni başlatan o çalışma dosyasını görmemizi lütfeden Deneç, Üsküdar Nevmekan Sahil’de, Gülsüm Hasbal İsmailoğlu danışmanlığında, Meyçem Ezengin’in küratörlüğüne imza attığı kişisel sergisinde Grifons’un sorularını yanıtladı…
-Sizin resimlerinizdeki ‘Fantastik – Realizm’ nedir?
Hieronymus Bosh, yakın dönemde Salvador Dali Sürrealist sanatçılardır. Sürrealizm’i Türkçe’ye ‘üst gerçeklik’ olarak çevirebiliriz. Fakat bu genel kanının aksine ‘gerçek dışı’ demek değil. Fantastik – Realistler ile Sürrealizm’in bir üst aşaması olarak tanımlanabilir. Hayal gücü ve el becerisinin tuale yansıması olan Fantastik – Sürrealizm, yapımı zor olduğu için, çok az kişinin tenezzül ettiği bir alan. Uzun vadeli bir çalışma prensibi isteyen bu alanda benim yıllarca tek bir resim için çalıştığım olmuştur.
Bugün, natürmort bir resmi yapmanın manası yok. Bunlar elbette güzel şeyler ama en güzelleri yapıldı, daha güzelini yapmanın imkanı yok. Özellikle fotoğraf makinesinin ardından bizim çok daha başka şeyler yapmamız gerekiyor. Uzay çağında yaşadığımız bugünde, farklı eserleri ortaya koymak gerek diye düşünüyorum.
-Türkiye’de bu alanda öncüsünüz…
Evet, Türkiye’de Fantastik – Realizm alanında çalışmalara ilk ben başladım. Neredeyse altmış yıl oldu. Türkiye’ye bu alan sinema ile birlikte girdi. Avatar, Yıldız Savaşları gibi filmleri gençler severek izliyorlar fakat bu filmlerin de öncüleri ressamlar. Bu filmlerin tasarımlarını yapanlar da ressamlar. Onlar olmasa bu filmler de olmaz. Benim de birkaç talebem fantastik resimler yapıyorlar ve sergiler açıyorlar. Fakat şaşırıyorum ben, Avusturya’da başlayan bu ekol, 1955’lerde dünyayı sardı. Batı bu alanda oldukça ilerledi ve Fantastik – Realizm Uzak Doğu’ya kadar ulaşmasına rağmen, Türkiye bu ekolü neden bu kadar geriden takip ediyor ben şaşırıyorum.
–Resimlerinizde, sembol içre semboller dikkat çekiyor. Siz resimlerinizi açıklamayı sevmiyorsunuz. Bunun bir sebebi var mı?
Ben, resimlerimi açıklamayı sevmiyorum çünkü kendim de bilmiyorum. Mesela, herhangi bir resme bir yorumda bulunursam manayı sınırlamış olurum. Allah, insanlara değişik yetenekler vermiş. Kimi sporcudur, kimi dans eder, kimi resim yapar kimi de açıklar. Bana resim yapma yeteneği bahşedilmiş. Bazen bir resmime bakıyorum, yıllarca da baksam doymuyorum. İşte gerçek sanat eserleri böyledir, doyulmaz.
Bir gün İzmir’de bulunan bir galeride, bir arkeolog benim bir resmimi bana anlattı. İnanın bana ağzım açık kaldı. Yıllar geçtiği halde o beyi unutamam. Çünkü o an; ‘Tamam, işte bu!’ dedim. Ben hissediyorum ama anlatamıyorum.
-Sürrealizm biraz da öyle değil midir? Biçimler, formlar, semboller, rüyalar…
Elbette. Bir de resimden anlamak ne? ‘Hocam, resmi anlatır mısınız?’ diyorlar. Ben de diyorum ki, haydi sen şeker ile balın tadının farkını anlat bana… İşte buradaki fark aroma. Sanat eserlerinin de kendine has bir duygusu vardır. Bir gün bir keman resitalinde gözleriniz dolar, bunu anlatamazsınız. Dinlemek başkadır, bakmak başka, görmek ise bambaşka… Bakan çok ama herkes göremiyor. Kimseyi de ‘neden göremiyorsun?’ diye suçlayamayız. Bu kişinin mertebesi ile ilgilidir.
-Nasibi kadarıyla…
Evet, herkes nasibi kadarıyla. Bir sohbet dinliyoruz, sohbeti dinleyen herkes kendine göre alıyor mesajı. Fakat anlatıcının mesajı bu muydu? Resim de böyle, herkesin baktığından aldığı mesaj farklıdır.
E. İlkay Yaprak
e.ilkay@grifons.com