Oscar Wilde’ın Dorian Gray’in Portresi adlı romanı, sadece estetik ve ahlak üzerine bir anlatı değil, aynı zamanda bilimsel düşüncenin edebi bir izdüşümü olarak da değerlendirilebilir. Wilde’ın bilimsel alegorileri; dönemin ya da düşünsel akrabalık içindeki üç önemli yazarla — Huysmans (À Rebours), Walter Pater (Studies in the History of the Renaissance) ve Goethe (Faust) — karşılaştırıldığında ortaya çıkan şaşırtıcı sonuçlar belki de kuantum fiziğine uzanan yolun da habercisidir.
Evet, sonuçta elimizde bir kurgu var ve yazarının belki de bahsi geçen portrede olduğu gibi kendinden çok fazla şey kattığını varsayarak yola çıkıyoruz. Bu önemli değil. Belki de önemli. Görecelilik henüz hayatımıza girmemişken de vardır illa ki. Bakalım Dorian Gray’in Portresi bize hangi fiziksel kavramları işaret ediyor?

Estetik Yazının Bilimle Gizli Diyaloğu
Oscar Wilde’ın estetik birey anlayışı, Huysmans’ın karanlık dekadan figürleriyle, Pater’in duyumsal yoğunluk arayışıyla ve Goethe’nin Faustyen bilgi açlığıyla farklı yönlerden buluşur. Hepsi, görünüş ile gerçeklik, iç dünya ile dış dünya, bozulma ile güzellik arasındaki gerilimi işler. Bu gerilim, modern bilimin özellikle ikinci yarısında (19. yy sonu – 20. yy başı) tartıştığı fiziksel, entropik, kuantum ve alan kuramlarının alegorik karşılıklarıdır.
Wilde ve Huysmans: Dekadansın Termodinamiği
J-K. Huysmans’ın À Rebours (1884) adlı romanı, Wilde’ın Dorian Gray’ine esin veren “sarı kitap” olarak kabul edilir. Huysmans’ın kahramanı Des Esseintes, toplumdan kopar, kendi duyusal evrenini inşa eder, her yeni deneyimle daha fazla bozulur.
Bu anlamda incelendiğinde; Her iki kahraman da maddi ve estetik hazlarla varoluşu anlamlandırmaya çalışır.
Duyuların uyarımı zamanla tükenmeye, yani termodinamik anlamda enerji tüketimi ve entropiye dönüşür.
Wilde’ın tablosu entropiyi görselleştirirken, Huysmans’ın Des Esseintes’i bu entropik süreci doğrudan yaşar: Giderek enerjisi düşen, çözülmeye mahkûm bir benlik.
Wilde ve Pater: Kuantum Duyarlılık ve Ölçüm Etiği
Walter Pater’ın Studies in the History of the Renaissance (1873) adlı denemesi, estetik bireyciliğin teorik temelini oluşturur. Pater, her ânın yoğun duyumsanmasını önerir: “Experience itself is the end.” Bu bakış açısı Wilde’da Dorian’ın “her duygunun yaşanması gerektiği” yönündeki yaşam felsefesiyle karşılık bulur. Ancak kuantum ölçüm kuramıyla karşılaştırıldığında, bu “her ânı yaşamak” düşüncesi, ölçüm eyleminin etkisini hatırlatır: “Her duygu bir iz bırakır. Her deneyim bir gözlemdir. Ve gözlem sistemi değiştirir.”Wilde’da bu değişim tabloya yansırken, Pater için zihinsel bir yankıdır. Ancak her iki yazar da “gözlemin ahlaki sonuçlarını” estetize eder.
Modern fizikte; bir sistemin gözlemlenen hali ile gerçek kuantum hali farklı olabilir. Aynı zamanda Kuantum dolanıklık veya süperpozisyon gibi kavramlar, yüzeyin ardındaki gerçekliği gizler. Tıpkı, Dorian’ın yüzünün klasik fizik gibi sabit ve tahmin edilebilir; tablonun ise kuantum sistem gibi görünmeyen, içsel durumları kaydetmesi gibi. Yazar da Dorian’a hazırladığı sonda okuyucusuna, bu minvalde nefes aldırmayı başarır.
Wilde ve Goethe: Faustyen Dönüşüm ve Alan Etkisi
Goethe’nin Faust (1808–1832) adlı başyapıtı, bilgiyi, gençliği ve tatmini arayan bir kahramanın şeytani bir anlaşmayla başlayan trajedisidir. Faust, tıpkı Dorian gibi bir bedel ödeyerek görünüşteki süreklilik karşısında içsel bir bozulma yaşar.
Alan Kuramı Benzerliği:
- Wilde’ın Lord Henry’si, Faust’un Mephistopheles’i gibidir. Fiziksel müdahale etmezler, ama bir etki alanı yaratırlar.
- Bu etki alanı, karakterleri görünmeyen bir “ahlaki manyetizma” içine çeker.
Lord Henry: “All influence is immoral.” (Her türlü etki ahlaksızdır.)
Mephisto: “Ich bin der Geist, der stets verneint.” (Ben her şeyi inkâr eden ruhum.)
Bu ikili, modern fizikteki etki–tepki olmayan alan etkisi modeline benzer. Sistem dışı güçler sistemin kaderini belirler.
Wilde, Huysmans, Pater ve Goethe; modern bilimin terimlerinden bi’haber olsalar da, insan doğasının dönüşümünü işledikleri anlatılarında, entropi, ölçüm, alan ve enerji kavramlarını alegorik biçimde sezmişlerdir. Bu yazarlar, bilimin gelişmekte olan fikirlerini edebiyat yoluyla önceden temsil etmiştir.
Bu bağlamda, edebiyat yalnızca bir anlatı değil, zaman zaman bilimsel düşüncenin bilinçdışı prototipi olarak da işlev görür. Oscar Wilde bu kavramları bilimsel anlamda değil, ahlaki ve sanatsal alegoriler olarak kullanmıştır. Fakat bunlar, 20. yüzyılda gelişen fizik kuramlarıyla geriye dönük olarak anlamlı biçimde eşleştirilebilir. Kim bilir belki de bugünün estetik romanları, bir gün fiziğin metaforu olabilir!