Prof. Dr. Abdulhamit Kırmızı: ‘Yatacak Yerimiz Yok!’

Lisans eğitimini Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi‘nde tamamlamasının ardından Hacettepe Üniversitesi Tarih Bölümü’nden Osmanlı Bürokrasisinde Gayrimüslimler, 1876-1909 başlıklı tezle mezun olan Prof. Dr. Abdülhamit Kırmızı, doktorasını 2005 yılında Boğaziçi Üniversitesi’nde tamamlar.

Halen, Marmara Üniversitesi Tarih Bölümü, Yakınçağ Tarihi Anabilim Dalı’nda çalışmalarını sürdüren Prof. Dr. Kırmızı aynı zamanda geçmişten bugüne şehir ve şehir kültürünün de en yakın tanıklarından birisi. Araştırmaları ve eserleri ile hem tarihin hem de kültürün izini süren; kısa ve öz tespitlerinden hayata dair birden fazla şey öğrendiğimiz, tarih materyali ile sunduğu gelecek projeksiyonunda bireylerin her birini görebildiğimiz Prof. Dr. Abdulhamit Kırmızı’ya yaşamı, üretimi ve İstanbul’u sorduk.

  • Şehir, yaşam, üretim üçgeninde kimlikler sizce nerede duruyor?

Bunu sosyologlara sormak lazım ama haddimi aşarak kendimce tecrübeyle vardığım noktayı anlatabilirim. Kimlik toplumda kim olduğumuzu tanımlayan bir anlamlar seti. Toplumda farklı rollere, aidiyetlere ve iddialara sahip olduğumuz için çokkimlikliyiz. Değişmeyen tek bir kimliğe sahip değiliz, farklı kimlikleri aynı bünyede taşıyabiliyoruz. Etkileşimde olduğumuz insan sayısı kadar ben sahibi olmamız gibi, hayat süresince birçok kimlik ediniriz. Aynı anda birçok kimliğimizi, farklı zamanlarda aynı kimliğimizi harekete geçirme kabiliyetimiz var. Duruma göre hoca veya talebe, baba veya oğul, şoför veya yaya, çalışan veya çalıştıran olabildiğimiz gibi, beğenerek oy verdiğimiz partinin beğenmediğimiz icraatını eleştiren, mükellef olarak namaz kıldığı halde estetik bakımdan konvansiyonel cami mimarisine karşı çıkan biri olabiliriz. Her bir kimliğimiz farklı durumları anlamlandırmak için farklı zamanlarda diğerlerine baskın gelebilir. Kompleks bir “ben” çeşitliliğine sahipseniz, farklı durumlar karşısında seçenek havuzunuz daha geniş olduğundan daha telaşsız karar verebilirsiniz.

Benlik ve kimlik kıtlığında tavırlar daha kestirilebilir, beklentilere daha yakın oluyor sanki. Çoğunluğun veya çevremizin üstün tuttuğu kimlikle uyum gösterme adına diğerlerini bir süreliğine kenarda bırakabiliriz. Belli bir durum için seçilen kimlik diğerlerini bloke edebilir. Kimlikler dingin zamanlarda genişler, kriz olduğunda büzüşür. Ayrıca kişideki bu çeşitlilik toplumdaki çeşitliliğin bir yansımasıdır. Yani rollerin, ilişkilerin, hasletlerin, meşgalelerin çeşitliliği bunların toplumdaki karşılılıklarıyla kısıtlıdır. Paylaşılan, müşterek kültürel anlam dünyası büyüdükçe kişisel benliklerimiz ve kimliklerimiz de daralır. Bu yüzden postmodern dünyada daha çokkimlikliyiz denilebilir. Bir de, kimlik ekolojisi her yerde aynı zenginlikte değil. Şehirde daha fazla şapkamız var. Yetişkinin çocuğa, zenginin fakire, hocanın öğrenciye göre daha fazla şapkası var…


  • İstanbul’a dair en sevmediğiniz şikayet nedir?


İstanbul’a dair bütün şikayetler müştekilerin bizatihi iştirak ettiği sorunlardan kaynaklanıyor. Herkes parçası olduğu sıkıntılardan şikayet ediyor. Şikayetinin tek çözümü kendisinin terk-i diyar eylemesi. Kalabalık diyorsan, düzensiz diyorsan git köye yerleş, kalabalık yapan, düzeni bozan aslında sensin de.

Çirkin yapılaşmadan şikayet ediyoruz, göğe bakamadığımız apartmanlarda yaşıyoruz. Şehir mimarisini eleştirirken mangalda kül bırakmayan mimarlar asıl paraları o çirkin siteler ve AVM’ler için hazırladıkları projelerden kazanıyorlar! Hepimizin şikayetleri samimiyetten yoksun, çünkü ister istemez kapitalist çarkın parçasıyız. Bağırarak çağırarak benliklerimizi onarmaya çalışıyoruz. Şikayetlerimiz tutarlılaşma gayretimizden, kendimizi de suçlu hissettiğimiz için.

Bunu kimseyi temize çıkarmak için söylemiyorum. Müteahhitler yönetiyor İstanbul’u ve bunların dinlisi dinsizi aynı. Nutuklarında medeniyetten, ecdaddan dem vuran “muhafazakar”, müslüman, Osmanlı aşığı devlet büyükleri ise bu kendiliksiz kentsel dönüşüm faciasının en büyük sorumluları.

  • Şehirleşme kültürünün kentlerde kendine yer bulabildiğini düşünüyor musunuz?

Ada ada, zaman zaman, belli ölçülerde şehirleşmeye değiyoruz. Ama geniş ölçekten bakıldığında: yatacak yerimiz yok.



  • Şehrin sokaklarında sizi çeken detaylar var mı?

Sokaklardaki o detaylar sayesinde şehre tahammül ediyoruz. Umulmadık yerde düzgün bir ev, hemşehrilerine direnmiş bir eski zaman çeşmesi, pencere kenarındaki kızıl toprak rengi saksıdan gülümseyen çiçek, endamlı döşenmiş bir arnavut kaldırımı, çiğnene çiğnene yol edilmiş kestirme patika, inadına öte tarafa geçmek için ortasından açılmış tel örgü, park etmek yasak tabelasını boynuna astığı için önü açık kalmış ince işlemeli bir demir kapı… Ve detay deyince sadece böyle objeler değil, olaylar ve insanlar da var şehir hayatında ısrarımızı pekiştiren, yeter ki görelim: pusuya yatmış taksi şoförünün yarım vuruş korna sesiyle irkilip elindeki ucuz market poşetini düşüren bir kadın, mesela. Ya da gelen geçene selam veren, mahallenin kadrolu delisi. Sokaklar bizi çekiyor, biz onları.

  • İstanbul’a özel bir çalışma yapılsaydı, sanatın hangi alanında olmasını tercih ederdiniz?

Sokak Sanatı (Street Art). Sokağı eleştirel ve sivri bir mizah diliyle donatan Banksy gibi sanatçılarımız yok. Boyasınlar, şaşırtsınlar, bizi mizahla alnımızın ortasından vursunlar…


  • Yaşam sanatına hizmet edebilecek bir ortam oluşturmanın bedeli sizce nedir?

Yalnızlık veya dışlanmışlık olurdu bedeli, o yüzden yaşam sanatını özgünleştirmekten korkar, konvansiyonel hayatlara mahkumiyetimizi sürdürmeyi seçeriz. 


E. İlkay Yaprak