Murat Germen: “Dünyayı Yöneten Akıl Herkesi Kentlere Çekmek İstiyor”

Fotoğrafı bir ifade / araştırma aracı olarak kullanan; Sabancı Üniversitesi Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi’nde verdiği fotoğraf, sanat ve yeni medya dersleri ile gençlere yeni ufuklar açan Mimar, Şehir Plancısı ve Fotoğraf Sanatçısı Murat Germen, çalışmalarına İstanbul ve Londra’da devam ediyor.

Son dönem çalışmalarına kent üzere belgesel niteliğindeki özel kareleri de ekleyen Germen, hem meselenin uzmanı olarak hem de bir fotoğraf sanatçısının bakış açısından ‘olan’ ile ‘olması gereken’ arasındaki farkı gözler önüne seriyor. 

Kentlerin varolan mücadelesini gördüğümüz karelerin içerisinde yer alan ve ‘ait’ hissettiren detayları ustalıkla fotoğraflarına taşıyan Germen, yalnızca Türkiye’de değil başta Avrupa olmak üzere dünyanın çeşitli ülkelerindeki sergileri ile de ‘yol’umuza ışık tutmaya devam ediyor. 

Kişisel sergileri ile birlikte, uzun yıllardır ‘yolda olmak’ düsturuna verdiği emeği büyük bir hayranlıkla takip ettiğim Murat Germen ile şehri ve şehir yaşamını konuştuk…

– Şehir, yaşam, üretim üçgeninde kimlikler sizce nerede duruyor?

İdeal anlamda kimlik devingen olmalı, hele hele yaratı içeren üretimler gerçekleştiriyorsanız! Hayat, doğa, iklim çok devingen olgu ve kavramlar; bireyin kimliği yaşadıklarından ders alarak devingenleşmezse, dünyanın sunduğu zenginliklerin farkına bile varamaz ve onları deneyimleyemez. Dolayısı ile evrime inanmakta fayda var, yoksa güdük kalmak an meselesi.

– İstanbul’a dair en sevmediğiniz şikayet nedir?

“Bu göçmenler de çok oldu artık!” anlamına gelen şikayetler. Dünyanın görece güçlü konumdaki ülkeleri göçmenleri sayesinde belli bir noktaya gelmişler. Bizim de bu konuda daha vizyoner, çoğulcu olmamız gerekiyor.

– Şehirleşme kültürünün kentlerde kendine yer bulabildiğini düşünüyor musunuz?

Dünyayı yöneten akıl herkesi kentlere çekmek istiyor. Bunun nedeni kırsalda yaşayanların izafi bağımsızlığını ellerinden almak. İnsanlar kentlerde çok daha kolay kontrol altında tutulup, zapturapt altına alınabiliyorlar ve çok daha fazla bağımlı, yönetilebilir hale getirilebiliyorlar.

Bu zorunlu kılınmış göçle, kırsal nüfus lüzumundan çabuk bir şekilde ve sindirme zamanları olmadan kente sürülüyorlar. Bunun sonucu olarak da sağlıklı bir şehirleşmeden bahsetmek neredeyse imkansızlaşıyor. Büyük kentlerde yaşamaya başlayan çok sayıda insan tam olarak “kentli” olamadan yaşamlarına devam ediyorlar. Bu olgunun iyice belirginleştiği ülkelerde ise büyük kentler büyük köylere dönüşebiliyor.

– Şehrin sokaklarında sizi çeken detaylar var mı?

İnsanın ta kendisi ve daha da öncelikli olarak; yaptığı, ürettiği, inşa ettiği, nesneleştirdiği, kültüre / belleğe dönüştürdüğü, tahrip / yok ettiği, iz bıraktığı, erk için araçsallaştırdığı, mülkiyetine aldığı, sürdürdüğü, sürdüremediği, simüle ettiği her şey ilgi alanımda.


– İstanbul’a özel bir çalışma yapılsaydı, sanatın hangi alanında olmasını tercih ederdiniz?

Kendi alanım olduğu için kesinlikle değil, ama fotoğraf derdim. İstanbul dünyanın en çabuk değişen, dönüşen, evrilen, başkalaşan, katmanlaşan şehirlerinden birisi. Fotoğraf ise bunu en kapsamlı bir şekilde belgeleyebilecek, delil olarak kaydedebilecek, gerektiğinde sanatsallaştırabilecek sanat alanı.

– Yaşam sanatına hizmet edebilecek bir ortam oluşturmanın bedeli sizce nedir?

Uzun vadeli düşünmek ve strateji geliştirmek, sabırlı olmak, para ve çıkarı öncelik olarak belirlememek, nefsine hakim olabilmek, bize dayatılandan daha verici olabilmek…


E. İlkay Yaprak