Birçoğumuzun hayatına üç yüz altmış bölümün ardından veda eden Kültür Tarih Sohbetleri ile giren Cengiz Özdemir, aynı zamanda alanında uzman bir akademisyen. Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümünde lisans eğitimi almasının ardından yine aynı bölümde yüksek lisansını da tamamlayan Özdemir’in yoğunlaştığı alan ise sanat tarihi ve kültür tarihi.
İstanbul’un tarihi ve kültürü üzerine okumaları, yıl sonunda kitaplığındaki yerini alan ünlü defterleri, şehrin önemli bölgelerinde düzenlediği turlar ve hepsinden de öte uzun zamandır kültürün tarihinin izini sürerek olgunlaştırdığı fikirler Özdemir’in çalışmalarından yalnızca birkaçı.
Şehir kültürü üzerine her daim fikrine başvurmak isteyeceğimiz Cengiz Özdemir’e, İstanbul’u ve İstanbul’daki yaşam kültürünü sorduk.
- Şehir, yaşam, üretim üçgeninde kimlikler sizce nerede duruyor?
Kimlik meselesi son dönemde fazlaca öne çıkan bir mesele ve binlerce alt dalı olan bir alan. Cinsel, politik, etnik, dini birçok alt başlığı var. Elbette ideal olan tüm bu kimliklerin metropollerde özgürce kendilerini ifade edebilecekleri alanların olmasıdır. Ancak bu böyle olmuyor. Sadece İstanbul’da değil dünyanın birçok metropolünde yaşanan bir kimlik çatışması var. İstanbul kurulduğu andan itibaren iki kıta ve iki denizin kesişim noktasında hep kozmopolit bir kent olmuş. Ama şimdilerde öyle mi, bir soru işareti. Kuğunun son şarkısı 6-7 Eylül’de ve 1964 mübadelesiyle söylendi. Şimdi onlardan geriye kalan mimari mirasa bir hayalete bakar gibi bakıyoruz.
- İstanbul’a dair en sevmediğiniz şikayet nedir?
Kalabalık, trafik, kültürsüzlük, hödüklük.
- Şehirleşme kültürünün kentlerde kendine yer bulabildiğini düşünüyor musunuz?
Düşünmüyorum. Olan kültür de hızla yok oluyor. Bundan elli sene sonra varolan ortak hafıza da birkaç dini yapı dışında silinip gidecek. Sivil miras tamamen yok olacak.

- Şehrin sokaklarında sizi çeken detaylar var mı?
Elbette var. Mimari detaylar başta olmak üzere donatı elemanları, peyzaj düzenlemeleri ilgimi çekiyor. Bazen denk geldikçe fotoğraflarını da çekiyorum. Paris’te, Londra’da 100 senelik bankları, telefon kulübelerini gördükçe çok kıskanıyorum orada yaşayan insanları.
- İstanbul’a özel bir çalışma yapılsaydı, sanatın hangi alanında olmasını tercih ederdiniz?
Halkımız heykel sevmez, resim sevmez, bina sever. O yüzden mimarlık alanında göz zevkini geliştirecek eserler verilmelidir. O eserlere baka baka belki beğeni biraz daha gelişir.
- Yaşam sanatına hizmet edebilecek bir ortam oluşturmanın bedeli sizce nedir?
En ağır bedel insan hayatıdır. Ama insan hayatının sudan ucuz olduğu memleketimizde bunu söylemek bile absürd geliyor. Yakın tarihimizde bunun acı örneklerini gördük. Kâhir ekseriyetin böyle bir derdi yoksa, aklıma Ursula K.Leguin’in sözleri geliyor: “Devrimi yapamazsınız, devrim olabilirsiniz ancak”
E. İlkay Yaprak