Yıllardan 1928, Kasım ayı, Paris, Grand Opera Salonu. İnsanlar, dünyaca ünlü Ida Rubinstein’in ifasında yeni bir dansı izlemek için toplanmıştır. Herkes çok heyecanlıdır, çünkü artık iyi bilinen ve çok sevilen valsten sonra oynanacak sıra dışı bir eserin dinleyiciler tarafından nasıl karşılanacağını kestirmek hiç kolay değildir. Ravel’in yazdığı bu vals ile Ida Rubinstein salonları alkışlara boğabilse de, bugünkü tiyatro gösterisi için tek bir eser yetersizdir. Ida Rubinstein besteciden bir eser daha yazmasını rica etmiştir.
Konseri izleyen görgü tanıklarından biri sahneyi şöyle anlatmaktadır: “Bir İspan meyhanesinde zayıf aydınlatılmış bir oda, duvar boyunca karanlık masalar ve sohbet eden sarhoş insanlar; odanın ortasında kocaman bir masa, üzerinde bir dansöz var ve dans başlıyor… Alem yapan insanlar için bunun hiçbir önemi yoktur, her zamanki dansöz, alışkın oldukları müzik… Fakat giderek ister istemez dikkat kesilmeye başlıyorlar, canlanıyorlar, ne olup bittiğini anlamaya çalışıyorlar. Her ne kadar sarhoş olsalar da ritmin büyüsüne kapılıyorlar… Yerlerinden kalkarak masaya yaklaşıyorlar, önceden hiç yaşamadıkları bir coşkuyla dansözün etrafını sarıyorlar, kendilerinden geçiyorlar. Herkesi yerinden edebilen dansöz, zaferini kutluyor ve dansı bitiriyor. 1928 yılının o akşamı biz de kendimizi birer sarhoş gibi hissediyorduk. Öncesinde ne olup bittiğini biz de anlamamıştık…”
Ida Rubinstein’in isteği üzerine çok kısa bir sürede yazdığı esere, Maurice Ravel hiç düşünmeden “Bolero” ismini vermiş, sadece müzikal yapısını değil, konusunu da anında belirlemişti. Olay açık havada, bir fabrika tesisinde geçecekti ve bu hususun mutlaka dekora yansıması gerekiyordu. Çok garip bir sanat anlayışı dedirtse de, Ravel’i tanıyanlar için burada şaşıracak hiçbir şey yoktu. Kendisi bir sanayi düşkünü olan Ravel, 1905 yılında “Eme” yatında seyahat ederken herhangi doğa, deniz veya dağ manzarasını değil, fabrika ve tesisleri seyrederdi.
Bu gezisi ile ilgili Ravel şöyle yazıyor: “Dün gördüklerim hafızama kazıldı ve Antwerp limanı gibi hiçbir zaman unutulmayacaktır. Geniş nehirde geçirdiğim sıkıcı bir günden sonra, aşırı yalın ve sevimsiz sahiller arasında, kızıl ateşler ve mavi tütsüler püsküren muhteşem bacaları gördüm. Burası Khaum, 24.000 işçinin bütün gün çalıştığı devasa bir dökümhane… Yaklaştığımızda hava kararmıştı. İnsanı her taraftan saran çekiç gümbürtüsü, kayışların gürültüsü, uğultunun muhteşem senfonisi… Bu metal saltanatında yaşadığım hissleri anlatamam..Bir de bütün bunların üzerinde kırmızı, koyu, alev alev gökler..Fırtına koptu, hepimiz ıslandık ve farklı izlenimlerle eve döndük. İda’nın morali bozuktu, neredeyse ağlayacaktı. Ben de ağlamak istiyordum ama zevkten. Her şey o kadar müzikaldi ki, bunu mutlaka kullanmam lazım!”
Bolero bir İspan oyunudur ve ilk defa 1780 yılında İspanyalı dansör Sebastiano Sereso tarafından kurgulandığı biliniyor. Gitar ve davul eşliğinde ifa edilen bu dansta oynayanlar kastanyetle ritim tutarlar. Bölgeden bölgeye değişen bolero havalarının çok karmaşık yapısı olmakla birlikte, dans hareketleri de güç ve ihtirası çağrıştırır. Bu yüzden de Beethoven’den Chopin’e birçok besteci bu motifleri eserlerinde kullanmıştır. Fakat “bolero” dendiğinde herkesin aklına ilk gelen isim Ravel’dir.
Peki neden? On beş dakika süren bu eserde sadece iki tema hiçbir şeye dönüşmeyerek veya gelişmeyerek, durmadan tekrar edilmektedir. Tonaliteler değişmiyor, harmonik renkler aynen tekrar ediyor. Dahası Ravel tempoya da sınırlama getirmiş, aynı temponun bütün eser boyunca değişmez kalmasını istemiştir. Başka bir değişle, aynı melodinin hiçbir tempo, ses uyumu, tonelite değiştirmeden çalınmasını talep etmiştir. Ritme yön verecek ve onu değiştirecek tek enstrüman ise davul olacaktı. Aynı melodi, aynı tempo ile devam eden eserin seslenişi giderek artacak ve ritim tutan davul sayesinde hipnotik bir etki yaratacaktı. Yani tek değişiklik, adına crescendo denilen ses yükselişi olacaktı. Eserin ilk orkestra şefi, efsanevi Toskanini “Siz kendi müziğinizi anlamıyorsunuz, böyle yaparsak bunu herkese dinletiriz” diyerek tempoyu yükseltmek istese de Ravel kesinlikle aynı tempoda devam ettirilmesinde ısrar etmiş ve haklı çıkmıştır.
Eserini anlatırken “Bu bastırılmış tempolu bir danstır, melodik olarak da, harmonik ve ritmik olarak da asla değişmez, buna sadece davul durmadan ritim tutar.” sözleri ile ifade eder.
Boleronun vatanı İspanya’da esere “bu bolero değil” şeklinde tepkiler verilse de, İspanyol bir anne ve Fransız bir babanın oğlu olan Ravel için Bolero belki tam da buydu: İspanya, torero, kastanyet ve bacasından duman çıkan fabrikalar, işçiler…
(Aleksandr Maykapar’ın “Ravel’in “Bolerosu” müzik çalışmasından yararlanılmıştır)
Zehra Kıstı