“Gönül defteri asla kapatılmıyor borçsuz… Biz de efkarlanarak bahtiyar oluyoruz.“
Murat Menteş / Fink – 2021
Genç ve yakışıklı bir adam. Kökleri İslâm, mesleği dillere destan. Ve fakat yoktur memleketinde adını duyan. Bir garip diyarda, hayatın tam ortasında nefsi ile baş başa masum kahraman.
Yok mudur gören, çıkmaz mı anlayan?
Daha nice söz var belki Fink’i anlatan ve fakat haddi aşmamak icap eder velhâsılı kelâm!
Evet Fink. Murat Menteş’in şu zor günlerimizde imdadımıza yetişen yepyeni eseri. Kurgusu, yenilikçi yazım dili ve elbette yaşayan kahramanı ile aklımızı başımızdan alan bir kitap.
Murat Menteş birçoğumuzun hayatına Dublörün Dilemması ile sıkı bir giriş yaptığından bu yana her eserini merakla beklediğimiz, Türkçe bildiğimiz için şükrettiğimiz, kelimelerin arasında kaybolurken bir yandan da tekinsiz bir mahalde enselenme riskini her an hissettiğimiz nadir isimlerden.
Fink’i ve Asya – Pasifik ülkelerinde mesleğini icra ederken yaşadığı sayısız macera ile Göksenin Yıldırım’ın hikayesini Murat Menteş’e sorduk.
KONTROLLÜ KAOS
Göksenin Yıldırım ile yolunuz bir imza gününde kesişmiş, peki buradan Fink’e uzanan süreç nasıl gelişti?
Göksenin Bey garip bir biçimde zaten benim roman karakterlerime benziyor. Sofian Bebe de öyle. Göksenin Bey’le sohbet ettik, ahbap olduk. Bu sırada şunu fark ettim; gerçekten çok ilginç bir çocuk. Gerçekten de çok özel bir masumiyeti var. Ve dedim ki, ben bu hikâyeyi yazayım.
Göksenin Yıldırım’ın sizi etkileyen karakter özelliklerinden bahsedebilir misiniz?
Elbette. Lüks, para, şatafat, şöhret… adamın umurunda değil. Felaket, iflas, yıkım, yoksulluk, yalnızlık da onu etkilemiyor. Bu, büyüleyici. Aslında ona dert olan şeyler çok basit, küçük, insani meseleler. Bir hedefi yokmuş gibi görünüyor. Halbuki, normal biri olmak istiyor. Hayatındaki aşırılıklar, onun normalleşme arzusuyla içiçe.
Zamanda atlamalar ile ilerleyen bir hikaye okuyoruz romanda. Neden böyle?
Göksenin Bey anlattı, ben yazdım. Fakat onun sözlerini biçimledim. Bu bir gerçek. Zamanda ve mekanda atlamalar… Tümüyle Göksenin Bey’in anlatımıyla ilgili. Şöyle düşündüm: Bu zihni dağınık, hafızası arızalı adamın hikayesini dinlerken ben heyecanlanıyorum. Ve olayların onun üzerindeki etkisini daha iyi hissediyorum. Bu bir.
İkincisi?
İkincisi, internetin yaygınlaşmasından bu yana bizler zaten hep birbiriyle ilgisiz mesajlara muhatap oluyoruz. Twitter’deki time-line’ı düşünün: Kedi videosu, siyasi açıklama, felaket haberi, kahvaltı fotosu, karikatür, mülteci göçü, ekonomi yorumu, Herakleitos alıntısı, sövgü, dinî kutlama, bir dayının dansı… her şey birarada, peşpeşe geliyor. Yani aynı çerçeve içindeler, fakat her mesaj farklı. Mikhail Bahtin’e göre roman tüm türlerin toplamıdır. Dolayısıyla bu kaos rejimini romana taşıdım.
Sizin romanlarınızda “kontrollü kaos” olduğunu söylemiştiniz…
Evet.
Fink’te sürpriz isimlerle, gerçek kişilerle karşılaşıyoruz.
Evet… Size bir şey söyleyeyim mi: Göko’nun hikayesinde birçok flaş ismi değiştirdim. Onları yazsaydım herhalde çok daha sansasyonel bir anlatı olurdu. Gündemde fazla yer işgale derdi Fink. Fakat kitabın roman vasfı yara alsın istemedim. Zaten yeni bir üslup ve tekniğe yönelmişim, bir de edebiyatın uzağındaki alanlara malzeme sağlamaktan çekindim.
OLAYLAR GİTGİDE DAHA ÇILGINCA BİR HAL ALIYOR
Bazı şeyleri kaçınılmaz olarak değiştirmiş olmalısınız…
Bazı olayların sırasını değiştirdim. Kimi karakterleri, bazı olaylardan çıkardığım da oldu. Buna karşılık iki konuda denge kurmaya çalıştım:
1- Olaylar arasında bağlar kurmaya baktım.
2- İnsanları incitecek ya da boş yere meşgul edecek ifadelere varmaktan sakındım.
Bir yazar “Murat Menteş bu hikayeyi tümüyle tasarlamış, uydurmuş olabilir” dedi ve ekledi: “Birkaç yıl sonra çıkıp ‘Hepinizi nasıl da kandırdım!’ diyebilir.” Buna bir cevap vermek ister misiniz?
İsterim: Beni olduğumdan daha zeki biri gösteren bu sözleri iltifat kabul ediyorum. [Gülüyor.] Romandaki gerçek kişiler, olaylar hakkında herkes araştırma yapabilir. Birçok okur bunu yapıyor ve hayretleri daha da artıyor. Eğer bu hikayeyi uydurmuş olsaydım, olayları bambaşka bir şekilde tasarlardım. Romanın ilerleyen bölümlerinde birkaç yan karakterin belirmesine tahammül edemezdim. Şahsen gerçeğin, romanı beslediğinden ziyade romanın gerçeği beslediğini düşünürüm. Buna karşılık, gerçek bir olayın, hele ki halen devam etmekte olan bir hikâyenin romanlaştırılması biraz zor, anormal, riskli bir girişim.
Göksenin Yıldırım benim tasarladığım ve gerçek gibi göstermeye çalıştığım biri olsaydı, romanda Kıvanç Tatlıtuğ, Jean-Claude Van Damme, Gisele Bündchen, Chi Miggi, Marie Kwong gibi gerçek kişilerden söz etmem kolay kolay mümkün olmazdı.
Göksenin Yıldırım’ı Türkiye’de sizden başka kimsenin tanımaması, yani hikayesini bilmemesi normal mi?
Değil. Fakat unutmayın ki biz Asya-Pasifik bölgesinde değiliz. Modellerin isimleri pek gündeme gelmez; onlar daha ziyade görünümleriyle tanınırlar. Nitekim, Göksenin Bey’e de “Heineken Guy, Levi’s Boy, Nokia Man” vs. diyorlar, rol aldığı reklamlardan dolayı. Ve en önemlisi, Göksenin Bey’in adını değiştiriyorlar. Telaffuz edilmesi zor, uzun bir ismi var çünkü. Uzakdoğu’da Goku Sky adıyla anılıyor.
Sizin romanlarınızı okurken büyük bir merak sarıyor insanı. Fink’te okur neyi merak edecek sizce?
Güzel soru. Hikayenin “devamını” değil, bir sonraki sürprizi merak edeceğini öngördüm. Yani kargodan 60-70 paket gelmiş. Ve siz birini açarken “Acaba diğerinde ne var?” diye düşünürsünüz ya, öyle bir duygu oluşsun istedim.
Bunu başardığınızı söyleyebilirim. Zira olaylar gitgide daha çılgınca bir hal alıyor.
Bunu duyduğuma sevindim. [Gülümsüyor.]
Z KUŞAĞININ SAYGISINI KAZANMAK
Fink’te seci (düzyazıda kafiye) sanatı ile tanıştırıyorsunuz bizi. Seci, metindeki birkaç cümlede görülür genellikle. Bu sanatı romanda baştan sona kullanan ilk romancısınız. Diğer romanlarınızdan farklı olarak bu sanatı seçmenizin özel bir nedeni var mı?
Var. Gençlerle, Z Kuşağıyla bağ kurabilmek. Masum, zeki, rap dinleyen, dikkati dağınık bir kuşağa hitap edebilmek. “Kimi ihtiyarlarda iş var aslında” diye düşünmeleri hoşuma gider.
Gerçekten Z Kuşağı için mi yazdınız Fink’i?
Öncelikle onlar için evet. Ben de yüzde 30 oranında Z kuşağındanım.
O nasıl oluyor?
İnsanlar kendi jenerasyonlarının ötesinde, gerisinde olabilirler. Aslında, binyıllar boyunca kuşaklar arasında pek fark yoktu. Z Kuşağını önemli kılan, onların bir yenilikler çağında yaşamaları. Daha doğrusu, yepyeni bir dünyaya doğmuş olmaları. Paradigmanın değiştiği bir dünyanın çocukları Z’ler. Sanatçıların, Z ile bağ kurabilmeleri de bu çağın dinamiklerini anlamalarıyla mümkün. Aksi takdirde, Z’ler kendi kendilerine yetecekler ve ihtiyarları bırakın eleştirmeyi, hiç hesaba bile katmayacaklar.
Fakat öyle olmuyor? Z Kuşağı’nın eskilere de ilgi gösterdiği malum…
Mesela… Barış Manço’yu ‘yeniden’ keşfetmeleri, eskiyi sürdürdükleri anlamına gelmez. Ayrıca Z’ler yolun başındalar. Çocuklukları çok uzun sürüyor. Onların saflığından doğan durumları bir kenara bırakmalı. Benimsedikleri sesler, formlar, yöntemler… bunlara bakmalı.
Seci sanatını, Z Kuşağı için devreye soktunuz yani?
Evet. Rap dinleyen insanların saygısını kazanmak iyi olabilirdi. [Gülüyor.]
RAP VE KARACAOĞLAN
Siz rap dinliyor musunuz?
Elbette. Ünlü rap’çilerden birkaçı dostum. Onlar bana bazen şarkılarının demo kayıtlarını dinletirler. Ben de onlara Köroğlu, Karacaoğlan, Dadaloğlu kitapları hediye ederim.
Kitabın arka kapağında Gazapizm “Fink’i bestelemek isterdim” diyor…
Mübalağa tabii ki. Öyle bir şey olsa ben de back-vocal yapardım belki. [Gülüyor.]
Peki, üslup değişikliği kendi içerisinde bir risk barındırır mı?
Üslup değişikliğini hem bir gereklilik hem de bir risk olarak görüyorum. Bir yazar Calvino gibi, Pessoa gibi farklı üsluplar denediği zaman aslında kendini riske atmış olur. Fakat öbür türlü de fazla garantici pozisyonda kalabilir. İlk dört romanda teşbih ve mübalağa sanatları ön plandaydı. Şimdi ise seci… Belki akabinde tecahül arif’e, hüsnü talile, kapalı istiareye yönelirim.
Edebiyat hakkında epey teknik bilgiye sahipsiniz…
İşim bu, İlkay Hanım: Dilbilgisi, edebi sanatlar, semantik, etimoloji…
Daha önceleri şiir yazmış olmanızın Fink’te faydasını gördünüz mü?
Gördüm. Sesleri, heceleri tartabiliyorum. 7+5 heceli cümleler kurmaya baktım. Bazen de 11 hece…
Biçim önemli mi?
Çok. Düşünün, dünya yuvarlak olmasaydı n’apardık? Ya da Gencebay bıyıklı, cam şeffaf, Aspirin küçük olmasaydı? Biçim çoğu zaman içerikle ilişkilidir. Cazibe, işlev, etki de daha ziyade biçimle irtibatlı.
MELEKLERİ SEVMEK KOLAY
Göksenin Yıldırım nasıl? Morali yerinde mi?
Sizce?
Benim hakkımda bir roman yazsaydınız çok mutlu olurdum şahsen.
[Gülüyor.] O da mutlu görünüyor açıkçası.
Fakat gerilirdim de… Yani hayatımı bir kitapta okumak, bir yandan ürkütücü…
Evet. Göksenin Ylıdırım’ın medeni cesaretine ben de hayranım.
Siz şey diyordunuz…
Medeni cesaret, cesaretin en önemli çeşidirir.
Evet!
Evet.
Göksenin Yıldırım’ı ve Sofian Bebe’yi seviyoruz fakat.
Ben de, ben de seviyorum. Onlar benim çocuklarım gibiler. [Gülüyor.] Şaka şaka. Sevmek, iyi gözle bakmakla ilgili bir şey. Bir meleği herkes sever. Mühim olan Şeytan’a acıyabilmektir. Fakat pek az insan o kadar olgunlaşır.
Bu anlamda kendinizi olgun sayar mısınız?
Bilmem? Ben çok pişman olan biriyim. Bu konuda Umberto Eco gibiyim. [Gülüyor.] Bence hepimiz daha iyi insanlar olmak istiyoruz. Kim istemez?
E. İlkay Yaprak
e.ilkay@grifons.com