Mohammed Imad Mahhouk: Hala Kendimi İyi Bir Hattat Saymıyorum

Halep doğumlu hattat Mohammed Imad Mohhauk, 90’lı yıllarda tanıştığı Türkiye’den zaman zaman ayrılsa da Suriye’da yaşanan savaşın ardından İstanbul’da yaşamaya başlamış.

İcazetini usta hattat Hasan Çelebi’den alan Mahhouk, hem ülkesin de hem de dünyada sayılı hattatlardan birisi. Lise yıllarında gönül verdiği hat sanatına üniversite eğitiminin ardından aşkla eğilmiş ve bugün her birinde farklı teknikleri bir arada kullanabildiği eserleri ile göz kamaştırıyor.

Biz de Mohammad Imad Mahhouk’a çok sevdiği İstanbul’u ve hat sanatını sorduk…

İlk nasıl başladınız?

Önceden hattat olmayı planlamamıştım. Bütün süreç kendiliğinden gelişti. Babam hattatı ve bende sanırım ondan etkilendim ve içimden geleni yaptım. Hatta üniversite dönemlerinde okul derslerinden ziyade hat çalışarak, kendimi geliştirdim. Diplomamı aldıktan sonra aileme hediye ettim ve hat çalışmaya devam ettim.

-Bölümünüz neydi?

Nükleer Fizik bölümünde okudum. Önümde iki seçenek vardı, ya Avrupa’y giderek mesleğim ve alanımda çalışacaktım ya da Suriye’de kalarak hat çalışmalarıma devam edecektim. Ailenin tek erkek çocuğu olduğum için Suriye’de kalmamı tercih ettiler. Hat için de beni çok desteklediler ve uygun çalışma ortamını oluşturmak için ellerinden geleni yaptılar.

-Okuduğunuz alanı hat sanatında kullandınız mı?

Elbette. Mantık, matematik ve fizik bana sınırsız bir ufuk açtı. Her zaman geniş bir perspektiften bu sanata baktım ve çizgilerimde de bunu yansıtmaya çalıştım.

-İstanbul’a ne zaman geldiniz?

İlk olarak 90’lı yıllarda İstanbul’a gelerek Hasan Çelebi’den Süleymaniye Kütüphanesi’nde ders aldım. Üç ay süren eğitimin ardından İstanbul’dan Halep’e dönerken ağladım. İstanbul’u özellikle de Süleymaniye Kütüphanesi’nde binlerce eserin arasında, her gün yeni bir şey öğrenmeyi bırakarak ülkeme dönmek bana çok zor geldi. Kütüphanenin müdürü bana inanılmaz katkı sağladı ve bugün altın değerinde diyebileceğim eserleri görme imkânı buldum. Hat sanatı, sırlı bir sanattır. Ben hattın sırrına Süleymaniye Kütüphanesi’nde eriştim.

-Hasan Çelebi size neler kattı?

Ben, Hasan Hocamızın ilk yabancı öğrencisiydim. Hasan Hoca, bana öncelikle bir hattatın ahlakını, yaşamını öğretti. Öğrendiğim tekniklerden daha çok, ‘Nasıl bir hattat olunmalı?’ sorusunun yanıtını buldum kendisinde. Yan yana bir fotoğrafımız bile olmamasına rağmen, onun öğrencisi olduğum yıllardaki anılarım zihnimde bugün bile olduğu gibi duruyor. Bana hediye ettiği özel kalem bile bir kopya Kur’an-ı Kerim yazdım.

-Bir hattat nasıl olmalı?

Ben, hattatlıktan ziyade hocamdan, sufîliği öğrendim. Bir kez kendisine, ‘Bir harfi doğru yazabilmek için kaç kez tekrar etmeliyim?’ diye sordum. Hocam bana, “Bu bütün hattatların sorusu, belki de yüz bin defa deneyeceksin bir harfi” dedi. O an anladım ki, daha çok yolum var. Bugün hala kendimi bir hattat saymıyorum. Ben bir teknik öğrendim de hattat oldum diye bir şey yok. Her zaman öğrenecek bir şey var.

-Vazgeçmeyi hiç düşündünüz mü?

Ne zaman sıkılsam, ne zaman umutsuz olsam bir harf yazarım ve o sıkıntım dağılır. Ben, iki gün bile dursam nefesim kesiliyor. Hat beni bırakmazsa, benim onu bırakmam mümkün değil. Çalışmaya sıfırın altından başlarım kağıdımı, mürekkebimi, kalemlerimi kendim hazırlarım. Bazen yürürken bir boş duvar gördüğümde, oraya nasıl bir hat yapabileceğimi düşünürüm zihnimde.


-İstanbul’da hattat olmak nasıl bir his?

Süleymaniye, Beyazıt Kütüphanelerini gördükten sonra, Osmanlı kültürüne temas ederek yapılan çalışmaları inceledikten sonra evrensel olarak İstanbul’a tutuldum. Osmanlı döneminde hattatların kıblesi İstanbul’du. Kur’an-ı Kerim Mekke’de indi, Mısır’da söylendi ve İstanbul’da yazıldı. Bu yüzden İstanbul benim için çok özel. En güzel kopyaları bu şehirde yazıldı ve hala birçok yerde görebiliyoruz.

-Ülkenizle kıyasladığınızda size ilham veren yer neresi?

Ben Halep ile İstanbul’u ayıramıyorum. Ne zaman buraya gelsem, özlediğimi fark ederdim. Benim yaşamıma en yakın şehir burası. Bugün hala çok daraldığımda kütüphanenin kapısında oturuyorum. İstanbul’un her bir köşesinde ayrı bir ruh var. Yapılar da birbirine benzediği için ben şehrin kalabalığı içerisinde kendimi yabancı hissetmiyorum.

E. İlkay Yaprak
e.ilkay@grifons.com