İstanbul Araştırmaları Enstitüsü, Osmanlı elyazmaları aracılığıyla ziyaretçileri metinler, objeler ve zamanlar arasında bir yolculuğa davet ediyor. Suna ve İnan Kıraç Vakfı’nın zengin elyazması koleksiyonundan yapılan bir seçkiyle oluşturulan “Hafıza-i Beşer: Osmanlı Yazmalarından Hikâyeler” sergisi, Latin alfabesine geçişten 90, imparatorluğun çöküşünden 100 ve matbaanın yaygınlaşmasından neredeyse 200 yıl sonra, zaman içinde dönüşen Osmanlı elyazması kültürünü yeniden gündeme taşıyor ve bu çok katmanlı kültürel mirasın dinamiklerini tartışmaya açıyor.
“Hafıza-i Beşer”, Van Kalesi’ni beklerken yazma kopyalamaya fırsat bulan muhafız İbrahim Ağa’yı, divanı elden ele gezmiş Zübeyde Hanım’ı, kendi yazmasını düzelten Fransa Sefiri Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi’yi, esere “yazan yanlış yazmış” diye müdahale eden Kilisli Rıfat’ı, yazdıkları ayıplanmış, yasaklanmış ama kulaktan kulağa anlatılmış Enderunlu Fâzıl’ı, yazmayı koruması için yazılmış “Ya Kebikeç” duasını, bunu umursamadan karnını doyurmuş kâğıt kurdunu ve yüzlerce meşhur ya da isimsiz yazarı ve okuru bir araya getiriyor.
Biz de serginin küratörü K. Mehmet Kentel ile sergiyi konuştuk…
Sergi seçkisinde akış oldukça dikkat çekici ve izlek olarak keyifli. Siz seçerken nelere dikkat ettiniz?
M. Kentel: Birkaç şeye özellikle dikkat ettik. Tabii ki nadir ve güzel gözüken bir eser sergilemek; tezhibiyle minyatürüyle özel bir eseri izleyicisi ile buluşturmak bizim için de önemli. Bir yandan da, ‘yeni yaklaşımları neler üzerinden anlatabiliriz?’ sorusu da gündemimizdeydi. Toplam 1311 eseri barındıran 626 ciltten meydana gelmiş bir koleksiyondan 60-70 tane eser seçmemiz gerekiyordu. Nasıl bir seçki ile izleyicilerin karşısına çıkarsak hem Osmanlı kültürel evreninin çok katmanlı, zengin yapısını hem de yeni gelişen farklı yaklaşımlar ile bildiğimizden daha farklı bir Osmanlı tarihi anlatılabileceğini göstermeye çalıştık. Bu nedenle, örneğin, çok klasik anlamda dinî yazma sayılabilecek eserlere sergide yer vermedik, sergilediğimizde de farklı bir fonksiyonu sağladığı için kullandık.
Mesela Kaside-i Bürde’den örnek verecek olursak; Hz. Muhammed’in hayatına methiye düzen eser hakikaten de Osmanlı yazı dünyasının en popüler kitaplarından birisi. Fakat biz burada eseri, ‘çok dillilik’ bölümünde kullanarak bu eser üzerinden kişilerin nasıl Arapça öğrendiğini ön plana çıkarıyoruz. Çünkü biliyoruz ki, bu konuda peşinen olumlu ya da olumsuz fikirlere sahip çoğu kişinin ‘yazma eserler’ denildiğinde düşünecekleri ilk şey dinî yazmalar. Biz de buradaki eserleri görmeye gelen izleyicileri biraz şaşırtmak; izleyicilerin beklemedikleri, uzman tarihçilerin de, tarih yazımındaki kırılmaları takip edebilecekleri, yeni yaklaşımları yazmaları sunma biçimimiz üzerinden izleyebilecekleri eserleri seçkiye alarak, birkaç kademeli bir anlatı oluşturmaya gayret ettik.
Yeni jenerasyon olarak bizlerin yabancısı olduğu Osmanlı kültür ve sosyal hayatına dair izleri bulabildiğimiz sergide, farklar da göze çarpıyor…
M. Kentel: L. P. Hartley’in meşhur sözündeki gibi, “Geçmiş yabancı bir ülkedir ve orada her şeyi farklı yaparlar,” yani sizin bugünden, kendinizi koyduğunuz yerden bakıp, kelimelerinin hepsini bugünkü dilinize tercüme edebiliyor olsanız bile, 1500 yılında yaşayan bir insanı her şeyi ile anlamanız söz konusu değil. Ama bir yandan da, insana dair birçok ihtiyaç ve birçok hikâye, beslenmeden aşka, çok tanıdık. Herhalde bu iki kutbun üretken bir geriliminden çıkıyor iyi tarih yazımı örnekleri. Bir yandan insanlığın devamlı değişen ama bir tür sürekliliği olan hikâyeleri, bir yandan da farklı farklı dönemlerin farklı ihtiyaçları, meseleleri, ya da aynı ihtiyaçlara getirilen farklı çözümler…
Serginin izleyicileri de umarım bu üretken gerilim içinde, bazen yabancılığına, bazen de tanıdıklığına şaşıracakları olay ve olguları sergide bulabilecekler. En önemlisi de bu sergi, tek bir Osmanlı, tek bir Osmanlı tipolojisi, tek bir Osmanlı dili, tek bir Osmanlı sınıfı, tek bir Osmanlı cinsiyeti olmadığını, Osmanlıların farklı şekillerde yaşadıklarını en net biçimde gösteriyor. Geçmişin yabancı bir ülkesinde, birbirine de yabancı olan farklı farklı kesim ve bireyler var.
Sergi, Osmanlı coğrafyasından izler taşıyan yazmalardan, İstanbul özelinde yansımasını izleyicisine sunuyor. Bu sizin özel olarak tercih ettiğiniz bir şey miydi?
M. Kentel: İstanbul Araştırmaları Enstitüsü olarak İstanbul üzerine araştırmalar yapıyoruz ve yazma kültürü sergisi ile de bunu kısmen de olsa bir İstanbul hikâyesine dönüştürebilmeye gayret ettik.
Koleksiyonun orijinal yaratıcısı Şevket Rado’nun doğal olarak böyle bir kaygısı yok, topladığı yazmalarda Osmanlı coğrafyasının tamamına hikayeler anlatıyor.
Bu koleksiyon üzerinden Bengal’den Balkanlar’a kadar bir coğrafyada Farsça’nın nasıl bir kültürel paylaşım mecrası oluşturduğunu da, belli bir sene Anadolu’da çavdar üretiminin ne kadar bereketli olduğunu da gösterebilirsiniz. Biz burada bütün bu zenginliği barındırarak kendimize İstanbul’u anlatan da bir alan çizmeye çalıştık. Bunu bir açıdan İstanbul’un nasıl bir yazma üretim merkezi olduğunu göstererek, bir yandan da İstanbul’u konu alan yazmalara, örneğin Bostancıbaşı Defteri ya da Patrik Konstantios İstanbul tarihi kitabına yer vererek yapmaya gayret ettik, umarım başarılı olmuşuzdur.
E. İlkay Yaprak
e.ilkay@grifons.com